28 yıllık bir fotoğrafın bana söyledikleri Efsane ve Hakikat

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
28 yıllık bir fotoğrafın bana söyledikleri Efsane ve Hakikat
Soldan sağa: Aziz Karakoç, Fatih Tatari, Ebubekir Yüksel, Uğur Çapkın, Osman Kızılaslan, Mustafa Kirenci, Yaşar Naci Uğur, Sezai Karakoç, Kasım Solmaz, Musa Güzeler, Abid Muslu, Yener Sonuşen, Ahmet Akça, Şaban

Tarih: 2 Haziran 1993 Çarşamba, Kurban Bayramının 2. günü. Yer: Boyabat. Diriliş Partisi teşkilatlarını ziyaret ve bayramlaşma çerçevesinde 1-5 Haziran tarihlerinde 1993 Kurban Bayramını kapsayan bu gezinin Boyabat kısmından bir kareyi yansıtan bu fotoğrafı bir tablo olarak düşünüp isim vermek gerekseydi adı “Efsane ve Hakikat” olurdu. Şimdilik, bir anlığına fotoğraftaki kişileri hayalen yok sayınız. Arkada, fotoğrafta görülmeyen yeşillik bir vadi ve berrak sularıyla içindeki rengarenk taşlara vura vura bir dere akmakta. Ama siz olanca cesametiyle kayaları görmektesiniz.

Anneannemin anlattığı ve bu kayaları kaya olmaktan çıkarıp munis varlıklara dönüştüren efsanelerin eşlik ettiği bu kasabada geçti benim çocukluğum. Sağda gördüğünüz kütle Boyabat Kalesinin arka tarafı, en tepede surları seçilebiliyor. Kalenin ön cephesi hakim ve muktedir bir halde şehre bakmakta. Solda görülen kütle ise dimdik, sanki devasa bir bıçakla kesilmiş gibi dümdüz. Yüzeyindeki oyuklarda kartal yuvaları var. Ve yabani arılar bal yapmakta. Vaktiyle bu iki kütle bir bütün halinde imiş. Hz. Ali Zülfikarıyla bu kütleyi ortadan ikiye yarmış ve ortasında şimdiki adıyla Gazi Dere Çayı akmaktadır. İşte soldaki kütlenin düz yüzeyi efsaneye göre Zülfikar’ın kestiği kısım. Hazret-i Ali’nin, kale temelinde bir taban şekli, ayak izi olduğu, kayadan oyulma bir halkaya atını bağladığı yer olarak Arif Nihat Asya’nın “Boyabat Kalesinden” şiirinde de geçmektedir. Efsane burada bitmiyor. İşte Zülfikar’ın kestiği o cesametli kayanın en tepe noktasında –büyüklerimiz o tepe noktadan aşağıya sakın bakmayın yer sizi çeker diye uyarırlardı. “Kırkkızlar” efsanesi başlamaktadır. Efsaneye göre zalim bir hükümdar tarafından beldenin bütün erkekleri öldürülür. Ondan kaçan kırkkız bu kayanın en yüksek noktasına gelirler. Aşağısı uçurum. Kimi “Allahım beni kuş et”, kimi de “taş et” diye dua eder. Kuş et diyenler kuş olup havalanır. Diğerleri ise taş olurlar, suretlerinin tepedeki kayalarda olduğuna, kuşlarında kayanın tepesinde daima dönüp durduklarına inanılır. Ve o kayaların üstünde onların anısına sapsarı kına çiçekleri vardır. Onlar itinayla kazınarak toplanır havanda dövülüp bir işlemden geçirildikten sonra askere gidenlere ve gelinlere yakılır. Ortaokulda iken mahalle arkadaşlarımızla en tepeye çıkmış, güneşte parlayan yüzeylerini kına çiçeklerinin süslediği, toprakla temas eden kısımlarında biten kekiklerin rayihalarının havaya karıştığı çeşitli şekillerde munis kayaların üstüne basmaktan imtina etmiş, sadece onları seyretmiştim. Benim bu kasabadaki çocukluğuma her anlatana göre nüansları değişen bu efsaneler eşlik etti.

DİRİLİŞ PARTİSİ ŞUBESİ BOYABAT

Gelelim fotoğrafın “hakikat” kısmına.

Mart 1990’da kuruluşu gerçekleşen Diriliş Partisi’nin İstanbul, Pendik, Bursa, Antalya, Gemlik’ten sonra 2 Haziran 1990’da 6. olarak açılan şubesi Boyabat oldu. Benim için sancılı, hemşehrilerimle adeta cedelleştiğim, yıllardır tanıdığım birçok arkadaşımın sessizliğe büründüğü, bazılarından “bırak bu marjinal işleri” cümlesini duyduğum bir süreç sonunda, nihayet mütevazi, kendi halinde arkadaşlardan meydana gelen kurucularla 2 Haziran 1990’da Diriliş Partisi Boyabat İlçe teşkilatı açılmış oldu. Üstad Kurban Bayramında gerçekleşecek Karadeniz gezisinin programını haritaya bakarak, mesafeler üzerinde durakları tesbit ederek İstanbul’dan başlayan Sakarya, Kastamonu, Boyabat, Samsun, Görele, Kırıkkale, Ankara, Eskişehir’le son bulan bir program yapmıştı. Ben bazı hazırlıklar yapmak üzere bir kaç gün önce memleketime geldim. Tek tek eşraftan kişileri ziyaret ederek sohbet ve bayramlaşmaya davet ettim. Üstad, İstanbul’dan gelen arkadaşlarla beraber o gece Kastamonu’da kaldı. Ertesi sabah erkenden Kastamonu’ya gidip kısa bir Kastamonu gezisi yaptık. Aşıklı Sultan, Şeyh Şaban-ı Veli dergâhını ziyaret ettikten sonra Boyabat’a hareket ettik. Üstad ilk olarak çarşı içindeki ilçe teşkilat bürosunda biraz dinlendikten sonra çıkıp çarşı esnafı ile bayramlaştı.

ÜLKEYİ AYAKTA TUTAN ÜÇ UNSUR

Daha önce kiralanan bahçe içindeki, halen değişmeyen adıyla Kolaz Palas Kıraathanesine doğru yürüyerek gittik. Boyabat Belediye Başkanı ile birlikte davet ettiğim eşraftan herkes gelmişti. Maalesef konuşmanın hiçbir kaydı yapılmadı, o heyecan ve telaşe içerisinde unutuldu. −Üstad, 2002 ve 2003 yılında 3 kitap halinde yayımlanan Çıkış Yolu serisinin ilk kitabına Boyabat konuşmasını almak istemiş, belki biri kayıt almıştır düşüncesiyle yaptığımız soruşturmalardan da bir netice alamamıştık− Nihayet bir gazetenin yerel muhabirinin yaptığı haber metni benim için teselli oldu. “Orta Asya Politikamıza Değinen Diriliş Partisi Genel Başkanı Sezai Karakoç: Yanlışlarımızı Orta Asya’ya Götürmeyelim” başlığıyla sunulan haberin metni şöyle:

“Anadolumuz güzel, insanlarımız güzel ama ne yazık yönetim bozuk. Ülkeyi ayakta tutan üç unsur vardır: Tabiat, insan ve tarih. Tabiatımız zengin, insanımız yetenekli ve tarihimiz ise eşsizdir. Bu üç unsurun üzerine şatoyu yıkıp gecekondu kurmuşuz. Bu çelişkiyi aşmalıyız. Önümüzde yepyeni bir devir gelmiştir. Ya atılımımızı gerçekleştireceğiz ya da tarihe gömüleceğiz. Tedaviden önce teşhis gelir. Tedaviye tesadüfi ilaçlarla koyulamayız. Bizim ise teşhisimiz yanlıştır. Tanzimat denendi olmadı, Meşrutiyet getirildi tutmadı, Cumhuriyet, çok partili düzen geldi ama bir türlü düzelemedik. Çünkü bu üç unsurun değerini bilen ruh ve milletin ruhu, medeniyetin ruhudur. İslam sadece inançtan ibaret değildir. Onun meydana getirdiği İslam milleti vardır. Bu millet Batının çizdiği suni sınırlardan ibaret olmayıp Türkü, Kürdü ve Arabıyla büyük bir millettir. Bosna’nın yaşadığı dramdan bizler muaf değiliz. Çünkü hedefleri biziz. Onların öldürülmelerine sebep olan mefhumları biz koruyoruz. Bunları toplayacak merkez de burasıdır. Bu nedenle tedbir alınmalı, 50 sene sonrasının planı yapılmalı. 50 sene önce tedbir alsaydık bugün Bosna katliamı olmazdı. Çünkü sel gelince yapılacak bir şey yoktur; önceden set yapılmalı idi. Orta Asya konusunda devletin dış politikası yanlıştır. Yanlışlarımızı Orta Asya’ya götürmeyelim. Orta Asya’nın bin senelik Maveraünnehir medeniyeti var. Onlar Afrika kabilesi değil ki, yeni yeni şeylerin tesisine çalışılsın. Rusya’nın empoze ettiği Kril alfabesinden kurtulmaya çalışırlarken, biz Latin alfabesini götürüyoruz. Ayrı kaldıkları dinlerine dönmek istiyorlar, biz laikliği götürme çabasındayız. Kısaca kendi hastalığımızı oraya götürüyoruz.”

BU ADAMI BİR TANISALAR BÜTÜN TÜRKİYE SEVER

İki saat süren ve sükûnet ve dikkatle dinlenilen sohbet bittiğinde birçok kişi oradan ayrılmak istemedi. Belki herkesin duygularını Boyabat’ın filozofu Yaşar Naci Uğur o yüksek cesaretiyle birçok kişinin duyacağı şekilde dile getirdi: “Bu adamı bir tanısalar bütün Türkiye sever.” Sonra gözleri bana takılıp “böyle bir insanın korumaları olmalı, böyle olmaz” dedi. Ezberindeki Fransızca tekerleme ve aforizmalarla sohbetlerimizi şenlendiren diş tabibi Seyfi Bey ayrılırken “Kitaplarını okumamız şart oldu.” dedi. Vedalaşmadan sonra işte bu fotoğraftaki yere geldik. Ağaran günle başlayan tarihi zamanları bu fotoğraf ve başka açılardan çekilmiş daha onlarcası ebedileştirdi. Hakikat, yaklaşık 25.000 nüfuslu bu küçük kasabaya belki de yakın tarihinde hiç olmadığı bir şeklide sessiz sakin damgasını vurmuştu. Bütün ayrıntılarıyla başka bir yazının konusu olacak bu gezi, Karadeniz boyunca bayramlaşma bildirileri dağıtılarak devam etti.

Bazı fotoğraflar vardır ki sahibi yoktur, bazılarının da sahipleneni çoktur. 28 yıl öncesini gösteren bu fotoğrafa tekrar baktığımda gördüğüm hakikat şudur: Bu fotoğrafın tek sahibi var o da Sezai Karakoç’tur. Bize kalan, yukarıda muhabirin kaydettiği ve çok iyi özetlediği düşüncelerinden ve daha nicelerinden yüksek bir sorumluluk bilinciyle ve saf samimiyetle pay sahibi olmaktır. Bir taşra kasabasına ne seçim kaygısıyla, ne de oy istemek için değil, bayramlaşmak ve fikirlerini paylaşmak için gelen ve milleti için yollara düşen bu görev ahlâkından yaşam pratikleri çıkarmaktır. Onun hayal ettiği, ömrünü adadığı dünyaya ancak bu şekilde yaklaşabilir ve bu fotoğraftan ve daha nicelerinden pay sahibi olabiliriz. Boyabat bu mütevazı insanı çok sevmiş, alıştıkları siyasilerden çok farklı biri olduğunu kavramış ve adeta bir çekim gücüyle onunla vedalaşmayı uzatmış, her biri sohbet sonrası geziye iştirak etmişti. Üstadın ayrılırken “canayakın insanlar” dediği Boyabatlılar onu gerçekten de canlarına yakın görmüşlerdi. Herkes doya doya resim çektirmişti. Bu benim kelimelerimle anlatılabilecek bir şey değil. Ancak devasa bir filmin sahnesi olarak canlandırılabilir. Ya da Tanpınar, Henry James vari büyük bir romanın bir faslı olarak okunabilir. Üstadımıza minnet ve saygıyla. Ruhu şad olsun.

MUSTAFA KİRENCİ

Yeni Şafak

28 yıllık bir fotoğrafın bana söyledikleri Efsane ve Hakikat
Giriş Yap

Boyabat Manşet - Halkın İradesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!