İNSANLIĞIN HUZURU

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

HUZUR KAVRAMI…

Huzur kavramının içeriği üzerine atılacak ilk adım, büyük bir olasılıkla aklın rehberliğinde filozofların yaptıkları tespitlerin incelenmesi olacaktır.

Aklın fonksiyonel hâle geldiği Batı düşüncesinde mutluluk arayışları, Eski Yunan filozoflarından günümüze, incelenmesine rağmen ortaya tutarlı bir kavramsal çerçeve konulamamıştır.

Bu hâliyle filozofların, eleştirel aklın ışığında, huzura ilişkin “norm”kurma çalışmaları “normal”i vermenin gerisinde kalmış ve kavram kendini zamanın ruhuna bırakmıştır. Bu eksikliğine rağmen huzur
arayışlarının, bir ideal olarak düşünürlerin düşüncesinde daima bir yeri olmuştur.

Aklın yetersizliğinin aşılmasında, Hristiyan ilâhiyatçıların ve skolastik doktorların yaklaşımı ile huzur kavramının Batı düşüncesinde metafizik bir alanla teması zorunlu kılınmıştı. Böylece,düşünce ufkuna, rasyonelin yanına irrasyonelin gelmesiyle huzura yönelik araştırmaların kapsama alanı genişlemiş ve yeni bir ufuk çizgisine kavuşmuştur. Bu bağlamda, akılla vahyin birlikte yol alması, Hristiyan teologlarının bazılarında kabul bulmuştur.

Ayrıca huzur kavramına yönelik tespitlerinde bu eklemleşme, İslâm filozoflarının huzur kavramının iç örgüsünün kuşatılmasında yardımcı olacaktır.

Huzur denilince ne anlıyoruz?

İnsanın kendisiyle barışık, kul hakkına riayetle, insan-insan ilişkisinde adaleti tesis eden, vicdanı rahat ve mutmain olması, onun huzurlu olduğuna ilişkin mühim bir göstergedir. Buna mukabil, huzur kavramının mefhum-u muhalifiyle konuşacak olursak, diyebili-riz ki huzursuzluk, insanın erdem içermeyen fiillerinden ötürü, kendini hesaba çekmeyen insanın psikiyatrik bir batağa savrulmasıdır.

Huzur konusunda, filozofların ittifak ettikleri bir görüş olmadığı gibi, farklı reçetelerin pozitif söylemleri de farklılıklar arz ediyor.

Buna karşılık, genelgeçer bir mutluluk tanımında, hemen her filozofun söylediği bir noktada birleşiyor. Önerilen, her insanın, kişiye özel olarak kendi davranış kalıbını belirlemesi olmaktadır. Bu metafizik yaklaşım, her insanda nasıl bir rasyonalizmle irtibatlanacaktır?

Bu hususta bir ilmihâl verilmemiştir.
Bir insanın kendisini huzurlu kılmasının çeşitli yolları vardır ve bu yollar, birinden ötekine farklılıklar arz eder. Bu farklılık, bizâtihi kişinin kendi tarihinde oluşan kırılmalarla daha da belirginleşir ve huzur anlayışı da evrilerek asıl hedefine doğru terakki eder. Yapılan bu vurgunun üzerindeki sis perdesinin kaldırılmasıyla insan kendisiyle konuşmaya başlar ve gönlünü fonksiyonel hâle getirmiş olur.

Gönül, her insanda vardır ama insanların çoğu, gaflet eseri olarak gönül evini fonksiyonel hâle getirmezler. Gönüle işlerlik kazandırılması, işte bu sebepten ötürü kişiye özeldir.

Artık huzur, farklı bir mecranın ürünü olacaktır. Zira gönül, nazârgâh-i ilâhîdir. Kalbiselime, lekesiz bir kalbe sahip olmak, zâta mahsus, [kişiye] özel olduğu için irrasyoneldir. Gönülde, tahsisi olarak insan-Allah ilişkisi işlendiği için, fenomen âleminin unsurlarından, eko-politikten, denge veya karmaşadan bağımsızdır. Bu bir velâyettir (irrasyonel) ve zâta mahsus bir mecburiyettir. Siyaset ve ekonomi (rasyonel) ise herkes için bir mecburiyettir. Velâyetle gelen bu mecburiyet, insanın kendisini murakabeye tutmasını ister.

Evrendeki bütünlük ve ahenk gibi, bireysel-ailevî-toplumsal huzur, mutlaka dış âlemde tesis edilen dengelerle nizâm-ı âlemin sağladığı güven ve emniyetle tamlaşacaktır. Bu tamlık, bir manada evrende var olan muhteşem kozmik denge gibidir.

Demek oluyor ki huzura ulaşabilmek, insanın iç âlemi ile dış âlemin etraflıca tetkikini gerektiriyor. İnsan evden dışarı, sokağa çıkınca huzur ve kavga ortamına birlikte girer. Sokak, potansiyel olarak sağlanan güven ve emniyetin tesisinin en ciddi şekilde dile getirildiği yerdir. Sokakta dengelerin kurulması, esasen nizâm-ı âlemin varlığının tescilidir. Sokaktaki dengelerden kastedilen, bireyin aklıyla siyasetin oyun kuruculuğunu sorgulaması, ekonomide fiyat istikrarını araması, adaletin pürüzsüz işleyişini görmesidir.

Dış dengeler, bireyin iç dengesiyle hemahenk ise bu durumda akıl-gönül birlikteliği gerçekleşmiş demektir. Bir başka anlatımla, bireysel kalp sefası ile toplumsal güven ve emniyetin birlikteliği fevkalade bir durumdur. Ancak bu yapılanma ideal bir durumu aksettirmektedir.

1İç ve dış dengelerin somut gerçekteki yüz çizgilerine bakılacak olursa, insan-Allah ilişki bağlamının tesisi, her insan için bir cazibe alanı değildir. Ayrıca bu bağlantı, fonksiyonel akılla kurulamaz.

Gafleti gereği perdelenmiş bir insana gönül evinin arıtılması, iç âleminin aydınlatılmasının sadece masalsı bir değeri vardır. Bu tür bir insanın huzuru bulacağı alan, fenomen âleminin ikramlarıyla sınırlıdır zira değişime, artışa ve eksilmeye açıktır. Bu hâl, kişinin huzurunu kaypak bir zeminde tutacaktır. Kısaca ifade edelim ki hayat, doğası gereği, insanın karşısına çıkarttığı problemlerin çözümünü ona bırakıyor. Dolayısıyla, dış âlemden gelebilecek huzur, çabuk değişebilir bir yapıya sahiptir. Kişisel huzur, dış kaynaklı olsa bile bu parlaklık hem eksiktir hem de temelsizdir. İç huzur, uzun soluklu olarak sürdürülemez.

Huzursuzluğun bilincini yaşayan bir kimsenin, birey-aile-toplum bağlamlarında huzura katkısı ne olabilir?

Sevgi ve korumadan yoksun materyalist-hedonist bir kimsenin ailevî hayatı, diyebiliriz ki karşılaştığı ciddi şoklar karşısında sarsıntıları hafifletecek sabır, tahammül, tevekkül ve benzeri iç dirençten mahrum kaldığı için, karmaşaya yuvarlanması kaçınılmazdır.

Şurası da bir gerçektir ki hayatın getirdiği sıkıntılar [zor], daima kurgulanmış bir modeli [oyunu] bozacağını, kenarından köşesin den yıpratacağını biliyoruz. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, “ateşten bir uçurumun kenarına” gelmek de mukadder olacaktır (Kur’an-ı Mübin, 3/103).

Bireysel olarak “ateşten bir uçurumun kenarına” gelmek fakat ateşe yuvarlanmadan, yeniden bireysel-ailevî-toplumsal dengeyi inşa edecek güç, ağırlıklı olarak irrasyonel atılımlarla ortaya çıkacaktır.

Tabloyu eksik bırakmayalım. Nizâm-ı âlemin bozulmaya yüz tutan dengelerinin yeniden kurulmasında, ışığını serbest ve hür akıldan alan eko-politik atılımlar, bir mecburiyettir. Harpten sulha, kıtlıktan bolluğa, salgından sağlığa geçişler bu mecburiyetin üreteceği çözümlerle sağlanır.

Ancak beceriksiz, iş bilmez, karizmadan yoksun yöneticiler, aklı fonksiyonel hâle getiremediklerinden, toplumu “ateşten bir uçurumun kenarına” getireceklerdir.

Diğer taraftan, toplumsal çözümden bireysel çözüme geçişte, egoist insanın kişisel çıkarına aşırı bağımlı kalışı, asosyallikten kopamaması ise irrasyonel insani erdemlerin yaptırım gücünü devre
dışında bırakacaktır.

Benzer şekilde, egoist kişinin infaktan kaçması, aile üyelerini, yakın akrabalarını ve garib-gurebayı koruyup kollamaması da bu cümledendir. Kur’an-ı Mübin’de geçtiği üzere:

… Hayır yapanın kurtuluş yolunu kolaylaştıracağız. (Kur’an-ı Mübin, 5/7.)

Bu lafz-ı celîl, huzurun nerede kilitlendiğini göstermesi bakımından mühim bir yol göstericidir. İnsana ve yakın aile üyelerine yardımlarla ulaşan kişinin “kurtuluşunun kolaylaşacağı” müjdesi, Allah’ın bütün kullarına [nas] açtığı bir huzur kapısıdır.

 

Prof. Dr. Ahmed Güner SAYAR

İNSANLIĞIN HUZURU
Giriş Yap

Boyabat Manşet - Halkın İradesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!