İnsan doğası gereği malı sevdiği gibi makamı – mevkiyi de sever. Çünkü mevki – makam, maldan da etkilidir. Bundan dolayı insan, maldan çok mevki ve makamı ister.

Hele hele günümüzde insanlar(!), öyle bir mevki ve makam hırsına kapılmışlar ki, kibrinden, egosundan burnunun ucunu dahi göremez olmuşlar…

Makam, “Önemli bir görev yeri” demektir.

Makamların çok talipleri olur, çünkü görev yeri (makam-mevki) yüksek olunca, getirisi de yüksek olacaktır maaşından arabasına kadar…

Elbette makam odası, makam arabası, makam şoförü, makam tazminatı ve daha da önemlisi “Makam Havası” da oldukça caziptir ve makamlara düşkün makam sarhoşlarını, makamperestleri cezbeder!..

Makam ve mevkilerin bazı insanları nasıl değiştirdiğine, zaman zaman hepimiz şahit olmuşuzdur.

Öyle ki; selamlaşırken, konuşurken bile nezaket kurallarını hiçe sayıp, eli cebinde, yüzünü başka tarafa çeviren, burnu Kaf Dağı’nda, hatta şu dağları – dünyayı ben yarattım havasına bürünen makamzedelere  de rastlamaktayız.

Makamları elde etmek için öyle emekler (!) verirler ki!..

*

Oysa ; liyakatli ve layık olmadan hiç kimseye görev verilmemelidir.

İmam Gazali’nin çok manidar bir sözü vardır konuya dair : “Layık olmadan devletin makamlarına atananlar, astlarını ısırır, üstlerine kuyruk sallarlar”

Makam ve görevler din, dil, ırk, cinsiyet, mezhep, eş-dost, hemşehri – akraba, siyasal düşünce, felsefi inanç, para, mal – mülk gibi parametrelere (değişkenlere) bakılmaksızın “ Ehline ” tevdi edilmelidir.

Akraba kayırma, adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılık olan  “Nepotizm”,

Ahbap çavuş ilişkisi, iki kişinin birbirini korumaya ya da kollamaya dayalı, karşılıklı çıkarları gözeterek sıkı dostluk içinde olması, eş – dost kayırmacılığı olan “Kronizm”,

Siyasal kayırmacılık – partizanlık ve hemşehri kayırmacılığı olduğu sürece makam ve mevkiler gerçek sahiplerine teslim edilemezler!..

Allah c.c bir Ayet’inde buyuruyor ki : Ey iman edenler! İnsanlar arasında adâlet edin ve emaneti, işi ehline (uzmanına, lâyık olana) verin.” (Nisâ Sûresi, 58.)

Ve artık yeter!..  Bilgi, liyakat ve erdemden yoksun, niteliksiz insanlar makamlarla – mevkilerle taltif edilmesinler!..

*

Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?”

“Hiç” demiş,  “Hiç kimseyim.”

Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, sormuş Hoca: “Sen kimsin”  “Mutasarrıf’ım (Osmanlı döneminde, Tanzimat’tan sonra, Osmanlı yönetim örgütünde sancak yöneticisi) demiş adam, kabara kabara.

“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.

“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam…

“Daha sonra..?” diye tekrar soru sormuş Hoca. “Vezir” demiş adam.

Hoca sormaya devam etmiş, “Daha daha sonra ne olacaksın?” “Bir ihtimal sadrazam olabilirim” demiş.

Hoca bir soru daha sormuş ve, “Peki ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp “Hiiiç”  diyebilmiş.

Durur mu Hoca, yapıştırmış cevabı : “Daha ne kabarıyorsun be adam, ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin o, “Hiçlik Makamındayım…”

Makamlar insanları değil, insanlar makamları şereflendirir.

“Kişiliğini makamdan alanlar makamdan sonra kişiliksiz kalırlar.” (Hz. Ömer)

Makam insana şeref verirse, makam elden gidince o insan  “Şerefsiz ” kalır. İnsan makama şeref verirse, makam elden gitse de “Şerefi ” baki kalır…

Kişi mevkiden dolayı yücelmez, mevki ancak insanın Hak için – halk için çalışması ile değer kazanır…

Hayat, makam  – mevki – para – pul, mal – mülk, şan – şöhret, servet hepsi geçici ve bizlere Allah’ın emaneti. Makam da, şan da, şöhret de gelir geçer. Hatta ömür dediğimiz ne ki ; hayat fani, ölümse anlıktır. Kısacası, bu dünya da içindekilerin tamamı da fanidir. Bunu asla unutmayarak yola çıkalım..!

Ebedi – Baki kalan  sadece hoş bir seda – hoşgörü ve insanlıktır.

Bunun dışında kimsenin kimseden üstün bir tarafı yoktur.